23 Temmuz 2023 Pazar

Özkan Günaydın / Merhaba Şebnem. 1 Avron Var mı?

Şebnem, bugün 27 Mayıs 1992 seni ilk gördüğüm günün ikinci yılı. Bunun şerefine aşağı mahallenin parkında öğle ezanını birlikte dinleyelim mi?

Şebnem, kısa adı NATO olan Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütüne karşı, sana sadece seninle benim içinde olduğum "seni ölesiye seviyorum" paktı kurmayı teklif ediyorum. Eğer kabul ediyorsan, Whatsap durum güncellemeni "Hey There, I'm using Whatsapp" olarak değiştir. 

"Şebnem devlete inanmak Allah'a şirk koşmaktır. 

Benimle devletsizleşir misin?"

Şebnem, MİT “Takrir-i sükun kanunu’nu” referans alarak bir liste hazırlamış. İlk sırada da ben varmış. Acil buralardan kaçmamız icap eder? Mars’ta su bulunmuş diyorlar. Gelirken kent kartını yanına almayı unutma.

Şebnem, On dokuzuncu yüzyıl ünlü puşt liberal düşünürlerinden John Smith efendilerine karşı ayaklanan Haiti'li köleler için "No work no food" demiş. Ben bunu "No Şebnem no love" olarak değiştiriyorum. Tarihte buna itiraz eden herhangi bir diktatör olursa ben Tahsin abinin kahvesinde arkadaşlarla batak atıyorum. Söylersin gelip dertlerini bana anlatsınlar.

Şebnem, işsizlik oranı Amerika'nın 32 eyaletinde %12.9, kıta Avrupa'sında %10,7, ön Asya ve islam cumhuriyetlerinde %14,5 iken kâfir babanın "sigortalı bir işe girmeden seni o zibidiye asla vermem" demesi, evrensel insan hakları beyannamesinin ikinci maddesini açıkça ihlal ki bu bir savaş nedenidir. Atom bombasını ilk ben bulsaydım eğer, babanın her akşam gerile gerile uzanıp survivor All star’ı izlediği, o kırık yaylı üçlü kanepenin ortasına atardım.

Şebnem kalbimden kalbine, Fransa ve İngiltere’yi birbirine bağlayan Manş tüneli gibi bir bağlantı açmadıysam, bu seni sevmediğim ya da aşkımızı önemsemediğim anlamında değil, doğaya ve küresel ısınmaya olan saygımdandır, bilesin.

Şebnem, dün gece oturdum hiç üşenmeden sana bir şiir yazdım. Aşk-ı alimi arz sunarım

“Dalda nar ağaçları,

Almanya’nın üstünde kuşlar

Maviyi en güzel biz severiz.

Severiz dimi çocuklar” pek romantik ve kafiyeli olmadı ama olsun seni seviyorum.

Şebnem, bizimkiler bu akşam müsait. Beni istemeye saat kaçta gelirsiniz?


Şebnem korkma Allah var.

Bi de 1 Avron var mı?


26 Mart 2022 Cumartesi

Özkan Günaydın / Kaybediyoruz Allah'ım, Haberin Olsun...


Kanundur, Macar sinemasının ilk sahnelerinde iyiler hep kaybeder, sonra filmin akışına göre bir takım dramlar yaşanır, sonlara doğru ise kazanmasını hep bilirler ama. Ben de Macar sinemasındaki iyiler gibi kaybetmesini çok iyi bilirim bu hayatta, onlardan tek farkım; "ben sonsuz kaybederim ama"! Bende işin başı, sonu, ortası yok yani. Bir kere kaybetmeye göreyim: arsızlığı ardı sıra geliyor hemen. Hani "aşkta kaybeden, kumarda kazanır" diye bir atasözü var ya? Vallahi de benim için öyle bir şey yok. Bakınız; Daha sevgilimin terk ettiği günün ertesi, kumarda yüz bin lira kaybettim. Yani anlayacağınız benim "kaybetme hakkım" sanki anayasal güvence altına alınmış, kimseler dokunamıyor. Halbuki annem beni, çok sevmişti. Neden böyle trilyonlarca saatler boyunca kaybediyorum, hiç anlamış değilim...

 "Kaybetmeye ilk, ilkokulda birinci sınıfta kokulu silgim ile başladım" demiştim ya hani amirim. Hiç olmamış öyle bir şey. Kaybetmemişim, çalmışlar kokulu silgimi amına koyduğumun piçleri! Yok mu tanıdığın bir general filan? Gidelim şu olayın üstüne, faili meçhul kalmasın böyle

Karşımda ismini bilmediğim bir tren, üst katta könisgberg'li, reis yol yaptı, since 60's
Ne güzel bir yüzyıl bu böyle, tam kaybetmelik.

Ne yaptıysam sevmedi lan beni! Çok sevdim, sevmedi. Toplu taşıma araçlarında yaşlılara, hamilelere, gazilere yer verdim, sevmedi. ODTÜ’de Sosyal Bilimlerde okuyor dediler, YÖK’ü protesto eylemlerine en önde katıldım,1 Mayısta polislerle çatıştım, yine sevmedi. 
Bu aşk bu kadar ideolojik olmamalıydı. 
Ayrıca benim babam bir Şamandı.

Ne olmuş yani “Beni sevmiyor” diye oturduğu mahalleyi yakmaya teşebbüs ettiysem amirim. Mevzu paraysa söyleyin! Günde bin kere SMS atıyor bankalar, bilmem kaç bin lira krediniz hazır diye. Öderim yani. Varsa üçüncü posta dayağınızdan sonra bir şişe şarabınızı alırım. Yoksa bana müsaade. Cumhuriyet parkında arkadaşlar bekler. Geç kalmayayım, ayıp olur.

Neyse siktir et şimdi generali filan. Ne diyordum? He şimdi hatırladım. Yani olimpiyatlarda "Ağır siklet kaybetme şampiyonluğu" diye bir kategori olsa, öyle bir kaybederim ki ben amirim; sittin sene geçse, rekorumu egale eden çıkmaz bir ömür boyu

Çoklar hep yanılır, tek bir hiçim deniz kıyılarında, kaybediyorum
Ben kaybetmelerim ile meşhurum, alfabe 29 harf, kaybediyorum.
İlk emir “Oku” diyor, ben kaybediyorum
İsa’yı çok seviyorum, olanağım var, kaybediyorum

11 Nisan 2021 Pazar

Özkan Günaydın / 333. Sokak



Denize bakan çiçekler vardı.

Bir Arap şairi, bir krala şöyle demiş:
"Daha ne kadar yaşayacaksınız?"
Ya biz bu kadar çok acıyı,
Bu kış nerede saklayacağız?

333. sokak
Tam  333. sokağın ortasında,
Bir kuş vurmuşlardı.
İşte bütün bunlar hep,
En çok da,
Hep bir şeylere geç kalmışlığın telaşıdır bende.

Nasıl desem,
Tam şuramda,
Babası ölmüş bir kadının dalgınlığı var.

Şairlerin de unuttukları bir şeyleri vardır mutlaka
Ceplerinde, sıkıldığı hayatlarında ve dahi içtikleri çay bardaklarında.

Herhangi bir büyük günahımdan sonra şöyle sesleniyor iç sesim tanrıya:
"Bir sonraki büyük günahımda, hiç kimse mağdur olmayacak tanrım, söz"

Ben birini çok sevdim,
Ben bir güzelin hiçbir şeyiyim.
Ben, ben eğer tahmin etseydim bu kadar erken gideceğini,
Hayallerimi fazla saçmazdım ortalıklara böyle.

Pardon hanımefendi,
Bu kırmızı ruj sizin
Dudaklarınız ise benim.
Altı günde yarattığın dünyada ancak bu kadar sevebiliyorum tanrım.
Ne az
Ne çok

Her sabah aynı saatte aynı kapıdan çıkıp,
Her akşam aynı saatte aynı kapıdan içeri girmek
Tükenmekten başka nedir ki?

Yok olunca bazı insanlar bazı zaman.
Babam bir generale bıçak çekmişti bir gün,
İsa aleyhisselam misali konuşacak olursak eğer
Bıçak taşıyan, bıçaklanarak ölür.
"Sapla gitsin, korkma sakın baba! İçeride bakarız sana"

İnsan,-amına koyayım- insan denen yaratığı anlatacak tek cümle dahi kuramıyorum.

28 Nisan 2020 Salı

Özkan Günaydın / Anlık Şiir (2010)

Ay ışığı yakıyorsa
Gecenin yalnızlığını
Sabahın ilk rüzgarı telaşlı ise
Acı iz bırakacaksa eğer yüreğime
'' An beklemeli...''

Dün yaşadıklarımla
Bugün yaşadıklarımın kavgasında
Yarın yaşayacaklarım etkilenmeyecekse
Ressamın tualinde, bütün insanlara
Baharı ve mutlulukları yaşatacak kadar renk varsa
Gri gözyaşları değil de mavi düşler getiriyorsa
'' An yaşanmalı...''

Yorgunluğu alıp serpecekse yollarıma
Akşam vapuru artık umut değil de,
Hüzün taşıyorsa iş çıkışları
Mektuplar aşk yerine hasret yazıyorsa
'' An gitmeli...''

Her harfinde yoksulluk okunuyorsa
Gelirken peşine hüznü getirmişse birde
Şiir kahvehanesindeki şair gülmüyor
Kadehimdeki şarap sarhoş etmiyorsa beni
Her sevgiden sonra pişman olacaksam eğer
'' An unutulmalı...''

29 Şubat 2020 Cumartesi

Özkan Günaydın / Düz Dünya'nın İntiharı

Önlerinde çok büyük bir hiçlik, sikim gibi bir gün daha. Güneş, bulutlar filan. Telefonum çaldı birden. Arayan Gültendi. "Efendim canım” dedim. "Merhaba’ dedi. Beni iş görüşmesine götürür müsün? Gülten stresli olduğu zamanlarda, ismimi söylemezdi. "Tabi ki" dedim. "Neredesin?", "……….” Dedi. "Tamam" dedim "geliyorum."

Gülten çok güzel şeye benzeyen bir şeyler giyinmişti üstüne, gayette şıktı. 5+3 eğitim sistemi mezunuydu Gülten. Beş kardeşin en küçüğüydü. Son işinde beş yıllık tazminatını bırakıp da çıkmıştı. Şirketi ekonomik nedenlerden dolayı küçülmeye mi ne gidiyormuş. Siktirsin gitsinler bence de! Orospu çocukları. Zaten yerel burjuva ne zaman emek hırsızlığına soyunsa, hemen “Ekonomik nedenlerden dolayı küçülme” yalanına sarılır. "Sen burada bekle ben geliyorum” dedi Gülten. Arabada bir inişi var ama görmelisiniz. Endişe, bir kızı ancak bu kadar güzelleştirebilir. “Allah bütün kullarına serçe telaşı nasip etsin” bu hayatta bildiğim tek dua. Katıldığım cenaze namazları da dahil, içinde bulunduğum bütün dini toplantılarda bu duayı ederim.

Aman Allah’ım Gülten geliyor. Kahrolsun Emperyalizm.” Ne oldu?" Dedim. "Soru sorma. Sür lütfen, gidelim buradan.” Dedi. Öyle şey olur mu lan? Saçlarının dibinde iki kilo C-4 patlayıcısı patlatmışlardı sanki öyle dağınıktı, Gülten’in ellerine sanki başkan Kennedy’i vuran cinayet silahını iliştirmişlerdi öyle titriyordu. "İşe almadılar beni” dedi. "Neden?" Dedim. "Üniversite mezunu değilmişim de ondan” derken rimelinin bir akışı vardı. Kan nasıl beynime sıçramışsa… "Sen bekle burada Gülten” dedim. Arka bagajdan levyeyi kaptığım gibi soluğu, Gülten’in iş görüşmesi yaptığı ofiste aldım.

 "Hanginiz Gülten’i işe almadı lan” dedim. “Beyefendi sakin olun” dedi. Sağ masada burnu uzun olan çelimsiz kadın. “Afedersiniz ama sikerim beyfendinizi” dedim. "Hem Sakinliği sizden öğrenecek değilim hanımefendi. Şimdi soruma cevap verin. Hanginiz almadı Gülten’i işe?" Giydiği siyah ceketi Vakko’dan %60 indirimle aldığı belli olan ve önündeki plakette müdür yazan şahıs; "Beyefendi üniversite diploması yok arkadaşınız. Şirket prensibi söz konusu, diploması olmayanları işe alamıyoruz.” Deyince. Bende bir tane Felsefe diploması var müdürüm. İsterseniz benimkini verebilirim" dedim. “Olur mu öyle şey canım” dedi. "Bakın müdürüm Gülten çok iyi kızdır, yağmur başladığında daha annesi ‘Kızım balkondan çamaşırları topla’ demeden koşup çamaşırları toplayan kızdır kendisi, bakkaldan çok güzel ekmek almaya gider mesela, hele arabada bir sakso çekişi var. İnanamazsınız. Öyle yetenekli biri. Siz nasıl böyle zeki bir kızı işe almazsınız” diye sesimi yükselttim ve elimdeki levyeyi hızlıca yere attım tepkimi belli etmek için, çıkarken birde içinizde varsa benimle Facebook’ta arkadaş olan hemen silsin lütfen.” Dedim. Sonra ofisin ortasına tükürüp Gülten’in yanına indim.

Gülten o kadar kendinden geçmişti ki, arabaya bindiğimin farkında bile değildi. Başını bacakları arasına almış bir şeyler düşünüyordu. S
anırım bundan 47 milyon yıl önce bir okyanus olan Everest dağının nasıl olur da şimdi denizden 8 bin metre yüksekte olduğunu düşünüyordu. Yol boyunca hiç konuşmadık. Gülten sustu, ben de sustum. Sadece radyoda bir liberal son seçimlerde, tek başına iktidar olamayan partinin koalisyon şartlarını yorumluyordu. Bir tekelin önünde durdum. Dört tane kırmızı Tuborg aldım, bir pakette beyaz leblebi sonra Gülten’le her zamanki yerimize gittik. Dragos’ta Adalar manzaralı tenha tepmemize. Üç kutu bira Gülten’e bana mısın demedi. Hayatının en iyi performansını uyguladı o gün bana Gülten. İki ay sonrada evlendi zaten ve dört yıl sonrada hür iradesiyle kendini astı. Dediğim gibi Gülten çok iyi biriydi. Ama üniversite diploması yoktu.

24 Kasım 2019 Pazar

Özkan Günaydın / Üç Ölüm, Mexico City, Lut’un Karısı ve Patatesli Börek

Her köşe başı, elinde; "Açım, ne olur bir ekmek parası" pankartı olan dilencilerle dolu.
Kimsenin kimseyi anlamaya zamanı yok.
İnsanlar sabahları iş yerlerine lanet okuyarak gidiyorlar artık.
Bir yılda boşanan çift oranı evlenenlere göre üç kat daha fazla.
Hiç kimse yanıldığını kabul etmiyor.
TV dizlerinde nüfusun %2'lik kısmını oluşturanların şatafatlı hayatlarını, nüfusun geri kalan yoksul kesimine izlettiriyorlar.
Ülke vatandaşları olarak hep bir şeylere çok üzülüyoruz ama neye üzüldüğümüzü sorsalar, inanın bilmiyoruz.
Gazete manşetleri cinnet geçirip ailesini kesenler, sevgilisine mermi yağdıranlar ve
kuyumcu soyanlarla dolu.
Bize öğretilen ezberci eğitim sistemini hayatlarımıza uyarladık; ezbere yaşıyoruz.
Sanal ortamlarda profil resimlerine bakarak orgazm olanlarla aynı metroda, vapurda, belediye otobüsünde yolculuk yapıyoruz.
Öğretmenlerin, doktorların, akademisyenlerin, avukatların darp edilip tutuklandığı, polislerin ve askerlerin kahramanlaştırıldığı ülkede günlerce demokrasi nöbeti tuttuk.
En iyi kazanan meslek; psikologluk, en çok kar eden şirket; bankalar.
Kredi kartlarının yaptığı on iki aylık taksitlerle gerdeğe giriyoruz.
Sevinçlerimiz, umutlarımız yok.
Okumuyoruz mesela, merak etmiyoruz ama her konuda fikir sahibiyiz.
Merak edenlerin başına yarakla bela geleceğini söyleyen bir atasözümüz var.
Kısacası mutlu değiliz.

Peki nerede bu mutluluk?
Tanrılarda mı?
Eğer Tanrılardaysa; bin yıllar önce ateşi çalmayı başarmış, insanlara dağıta bilmiştik.
Şimdi neden olmasın?
Her şeye iyi tarafından bakmayı öğreneceğimize, tanrıların peşine düşelim bence.
Kutsal metinlere göre mutluluk onlarda çünkü.

23 Eylül 2019 Pazartesi

Özkan Günaydın / Yerelde Şiir, Genelde Anarşi

Şehrin ortasından büyük bir tiren geçiyor 
Ne koşan gökyüzü 
Ne sırtını denize dönmüş boyasız apartmanlar 
Ne de asfaltta ölmüş at yenilmişliği 
Umursayıp koşuyor peşinde 

Ey her şeye herkese evet diyen sahte saygınlar
Ey orospuları toplumdan dışlayan ahlak 
Ey sevgisiz büyüyen kibirli şato tanrıları 
Nasıl oluyor hayret 
Her otobüste ben 
Geçtiğimiz her filanca durakta mızıka çalmadan uyumayan o ten renksiz kız 

Kürkçü dükkanına geri dönen tilkiye sorulmalı bence zaman denen şey 
"Güvercinlerle hayatı bölüşenler” adlı filmde kötü kalpli baba rolü oynayan figürana 
Ey sevgilim; Tanrılardan başka bela yok başımızda 
İlk önce zürafalar gibi uç 
Sonra öp beni 

Ey kendi mavisi kendisine güzel olanlar
Ey daha bir kadının topuğundan bile öpmeden ilk nikahta evet diyenler 
Susamış dilsizlik 
Kaçmış mevsimlik 
Uyumuş otel balkonları 
Yakınlarda bir yerde biliyorum bir kilisenin gölgesi üşüyor 

Yalnızlığın ölçü birimidir, küllükteki sigara izmaritleri 

Dünyanın en ücra coğrafyasında 
Bir kuş çok sevmiş 
Bakmış aşkına karşılık yok 
Otobüs durağı olmuş sonra 

Ey kentleri birbirine yakınlaştıran yüzyıl 
Ey intiharlar çağı 
Kadınların bahçesine gizlice giren kokarca hükümet 
Ey kamyon tekerlekleri 
Uzaklara hep gece mi gidersiniz?