17 Mart 2017 Cuma

Özkan Günaydın / Şiir, Roma İmparatorluğundan Büyüktür.

Gecekondusunda, 
Dört çocuğu ve çirkin karısıyla birlikte yaşayan inşaat işçisi bir babanın, 
Akşam yemeğinden hemen sonra yaktığı sigaradan aldığı, 
İç huzuru bizlerden de mahrum etme yarabbi.
(Amen)
Allah’ım tam burada
Evet evet, az ilerde solda
Bir retrica sabahının köründe
Ve her gün nefretle doğan güneşin sağır edici sessizliği.
Sen, çayın demi, ben, defneler
Kavuşsak mı artık diyorum bir şiirde?

Allah’ım, kuşun adı Manolya
Ama Manolya bir kuş değil.
Duasını bitireni sırayla vuruyorlar işte Gazze’de
İsrail zalimine şöyle müttefik ayetler mi savursak?
Theodor Adorno "eleştirel toplum teorisinde" aklın nesnel olmadığını ispatlayamadan göçtü
Muhammed Ali'de zenci hala bu arada.
Yüzde yetmişe varan indirimler, alışveriş merkezleri, tüketim toplumu, kredi kartı borçları
Böyle böyle ölüyoruz işte her dakika
Gülmeden, birbirimize bakmadan, korka korka
Ve ödediğimiz vergilerin hesabını devletten soramadan.

Evet kavganın tam ortasındayız
Ölelim istiyorsan? 
Sıramız geldiyse söyle.
(Şiir ayrı)
Salıncak sıramızı, 
Makinelerin arasında yüzü esmerleşmiş, yumruğu sıkılı çocuklara vermesini de biliriz.
Rengarenk şehirlerden, mağaralarımıza dönüyoruz, döneceğiz belki.
Daha özgür, daha anneannelerimiz anlattığı ninnilere inanarak.
İşte bunların hepsini bir bir anlatıyorum yazdığım yeni anayasada 
Allah'ım leylâ çok güzel olmuş
Ama ülkeyi yönetenler katil.
(Aşk ayrı)
Leyla’yı da çağıralım mı?

5 Mart 2017 Pazar

Özkan Günaydın / Biz Madam Esra'yla Hiç Tanrı Görmedik

Bir filmde izlemiştim bir keresinde: Yaşlı bir adam, göl üstündeki küçük bir adada mısır yetiştiriyordu. Her sabah kalkar bir devlet memuru disipliniyle kayığına biner, yola koyulurdu.  Ama gölün dahil olduğu ülke sınırları içinde bir iç savaş vardı. Bir tarafta devletin silahlı güçleri, diğer tarafta asi milis güçler... İki günde bir, taraflardan birinin üniformalı askerleri gelip yaşlı adamın şarabını içip ekmeğini yer ve civarda ters giden bir şeylerin olup olmadığını sorarlardı. Bu hep böyle değil midir zaten? Üniforma giyenlerin olduğu yerde tiranlık olmaz mı? Acısı, bombası, tecavüzü, kahrı da savaş denen şeyin cabası değil midir? Böyle bir düzende yaşlı adam, adadaki mısır tarlasını çeteci iki taraflardan birine değil de bir bahar akşamı aniden bastıran yağmurla gelen sel sularına kaptırmıştı. Doğaya yenik düşmüştü mısır tarlası. Gölün taşmasıyla sular altındadır artık ada, yani yoktur. Tenha bir ormanın içinde yanlışlıkla bataklığa düşmüş bir kirpiye doğada hiçbir canlı yardım etmez, kirpinin çırpınması boşunadır, ölüm yavaş gelir çünkü.

İşte Madam Esra, bu çağ ormanın içinde bir mektup yazarıydı. Hayalinde iki farklı şehirde yaşayan iki kişi canlandırır; bu iki kişinin mektuplarında birbiriyle paylaştığı umutlarından, umutsuzluklarından, hasretlerinden, sevinçlerinden, yok oluşlarından bahsederdi. Zaten insan dediğimiz nesne hayal dünyasında yaşar; orda yemek yer, orda uyur, aşık olur, okula gider, isyan eder ve ne gariptir ki ölümü gerçek dünyada olur. Mektuplarını toparlıdığı üç kitabı yayımlandı Madam Esra'nın. Fakat bir tanesi bile tutmadı. Madam Esra yok gibi bir şeydi zaten. Hatta hiç yoktu. Belki hiç olmamıstı da. O kadar yoktu ki her gün okula gitmesine rağmen hep yok yazılırdı yoklama fişlerine, durakta el kaldırdığı halde  hiçbir belediye otobüsü onu farkedip durmazdı, transit çekip giden otobüslerin ardından bakakalırdı öylece. Apartmanlarındaki sensörlü lamba tek gün dahi algılamadı kendisini, seçmen listelerinde Madam Esra'nın adına rastlayan beri gelsin.

Madam Esra kendisinden başka hiç kimseydi şu hayatta, ve yorgundu. Çok sigara içerdi. İçindeki güvercini büyütmemeye yemin etmişti. Gününün yarısını aç, diğer yarısını çok sigara içmekten öksürerek ve balgam çıkararak geçirirdi. Yalnızlığı da çok boldu.  Bu dünya, yorgun bir kadına çok sigara içmekten kaldırımlara balgam tükürtecek kadar kötü bir yerdir işte. Şu şehir bir silkelenip kendine gelse Madam Esra'ya neler yaptığının bir fakına varsa bir ejderha gölgesinde asardı kendini. Madam Esra'yı soyun, karşınıza salt bir imparatorluk çıkar. O kadar despot, o kadar azınlık düşmanı yani.

Esra, üzme kendini bu kadar, bütün bu yaşananlarda senin suçun yok; dünya olmamış. Şimdi  nasıl anlatayım sana? Antik Yunan mitolojilerinin birinde tanrı olsaydım eğer, işi gücü bırakır ay sonları sana çiçekler alırdım, kıvırcık saçlarını ütülerdim, terleyen vücudunun her zerresine atom bombası atardım. "Eyy ruhunun en ayıp yerlerinden öptüğüm, dünya olmamış. İnan bana. Fazladan bir dal sigaran var mı?"

Madam Esra' ya kanser teşhisi koydular. Teşhisi koyan doktora göre çok sigara içmekten, dünya edebiyatçılarına göre ise hiç gülmemekten, bana sorarsanız yokluktan, yoksulluktan, şu hayatta tutacak bir el dahi bulamamaktan. Esra'yı bir boşluğun içine attım "Allah'ım Madam Esra sana emanet artık." Biz bu tartışmalar içindeyken Esra kanser teşhisi konulduktan üç ay sonra ölmüştü. Yukarıdaki kirpi olayını hatırlayın, doğanın hükmüdür bu. Mutsuz başlayan bir hikaye, mutlaka felaketle biter.

Madam Esra, beni duyduğunu biliyorum, unutma! Dünya olmamıştı. Senin suçun yok bunda. 
"Allah'ım gerçekten çok sigara içmekten mi?"

3 Mart 2017 Cuma

Özkan Günaydın / Seni Leyla Yaptırmayacağım

Öyle beni görmüyor,
O kadar beni sevmiyorsun ki güzelim;
Çok geliyorum üstüne, yoruyorum seni biliyorum?
İstersen bana bırak “ben sevmeyeyim artık kendimi” senin yerine.
Elbette seni…
Elbette bir gün ben de çok güzel şiirler yazacağım
Sonra senin fotoğrafının yanına koyacağım hemen
Ve dahi sonra kendimi asacağım yanınıza.
Bari gözlerini bıraksaydın içimde?
Nicel ve nitel yaralarımız
Ellerini, sırtını ve sırlarımızı
Tamam, tamam sevmiyorum kendimi.

Telefon o kadar ısrarla çalıyor ki;
“Alo, alo buyurun”, 
“…..”, 
“Peki efendim. İki bin yıl önceden Bizanslı bir Konfüçyonist arıyor baba”, 
“Şuan evde yok de”
Babamla birlikte kumbarası kırılan çocukların şiirini yazacaktık,
Birden “Hangi orospu çocuğu kırdı lan bu çocukların kumbaralarını.!!” Diye bağırarak,
Duvarda asılı olan tüfeğini alıp, il hükümet konağına doğru koşmaya başladı.
Ben olağanca yalnızlığımla kaldım burda.
Kurşun kalemde ben de.
Allah’ım çok mu politik olduk böyle?
Telefon tekrar çalıyor! 
“Baba Bizanslı o piç yine arıyor galiba.”

Kız o kadar güzel ki;
Yanlışlıkla “seni seviyorum” desem
Tövbe, bismillah
Çok günah lan! 
Acayip haram.

En güzeli
Çokça güzeli
Ey saçlarını tararken bileğini burkan kız.
Ey güzelleri güzeli
Dişlerim dişlerine değsin miydi?

2 Mart 2017 Perşembe

Özkan Günaydın / İsa'nın Ellerinde Saçların

İsa’nın ellerinde saçların
Dudaklarının arka odasında cumhuriyetin ilanı
Eğilip seni stoacılar gibi öpmeli miyim? 
Öpmeliyim biliyorum. Yoksa yokluğun beş kıtaya yayılmış bir küresel şirket politikası
Deterministler, Hedonistler, Politeistler, İkinci yeniciler, borsacılar, ÖSS’de geçmiş yıllarda çıkmış sorular, laikler, tinerciler
Memelerin ünlü bir ressamın elinden çıkmış Guantanamo’da bir put 
Günlerden, kırmızı bir Şubat
Aylardan, 1980
Yıllardan, telaşsız bir cumartesi
Allah’ım, Nasılsın?

Selam verdiğimiz herkes borçlu
Bakın ben buralardayım, siz karşımda, Anneannem nerelerde acaba?
Anadilini “yalnızlıkça” seçenler
Küresel ısınma ve senin gülerken büyüyen ağzın
Yahudi İspanyolcası,
Çar Lazar,
İstanbul Helen filoloji Derneği,
Tüketenler,
Tükete tükete borçlananlar
Fazla elli liranız var mı? Borcum olsun sizlere

Ya kitap okurken herhangi bir cümlede ismimin baş harfine rastlarsa,
Ya bir an, aklına gelirsem.
Ya beni sevmeye karar verirse?
Tanrım lütfen. Hayır, hayır! Hazır değilim henüz.
Hiç ölmeyelim biz.
Kazık çakalım dünyaya
Benim çirkinliğim, senin güzelliğin
Rabbimin sonsuz merhameti, serbest piyasa ekonomisi
Yunan demokrasisi, federaller, devlet demir yolları
Peki Balkonuna düşen kuş gölgeleri nasıl? 
Hala asılıyorlar mı sana?

Özkan Günaydın / Ben, En Büyük Kaybedişlerin Anayasasıyım

Ben bu yüzyıl, -aşk
Ben bu mevsim, -hüzün
Ben bu Şubat, -nar
Ben bu içimin yangınını...
Ben bu kalp ağrısıyla, bir sonraki cumartesiye varamam.
Yatağımda, etek trajı olmamış çıplak bir Yahudi kadın,
Uykumda Führer.
Seninle ben;
'Kör karanlık sokakta yapayalnız dolaşan berduş bir köpekle,
Elma ağacının dalında romantikçe gülen bir bülbülün' toplamlarıyız.

Ben bu takvimler, -bilimsel yokluk
Ben bu sarhoş kent, -yolum Araftır
Ben bu ütopya, -mavi üniformalı sırtlanlar
Sözlerimde boylu boyunca uçuşan çöller var
Ben bu uçurumlardan geriye dönemem.
Nasıl düştüysem sana
Ben yine düşerim kuyulara
Sen benden geriye kalacak olan boşlukta
Kırmızı sigaralar yak.

Sen bu siyaset, -kirli
Sen bu kosmos, -Son 
Sen bu ülke, -nefret
Biz seninle, divan edebiyatının içine dağılmış post-modern sözcükler gibiyiz
Seninle biz, yanılgıdan başka hiçbir şeyiz.
Tanımadığım yağan, yağmurlara benziyorsun.

Bizim bu uzaklarımız, -vebalı trenler
Bizim bu idamlarımız, -Garcia Lorca
Bizim bu kavuşamamalarımız, -sonrasızlık
Hani bu gecenin karanlığı arsızca çökmüş ya sol omzunun üstüne
Şimdi buralar hep yarın sabahlar olacak.
Caydırma beni yolumdan
Yüküm, gamdır.

Özkan Günaydın / Sikeyim Edebiyatını. Sen Nasılsın Şebnem? Kendinden Bahset Biraz

"21. yüzyılın sonlarındasın, bir ayağımız uzay çağında üstelik hizmet sektöründe bir kölesin, başında bir patronun ve lise mezunu bir müdürün var. Ama sen izin gününde oturmuş salça mı yapıyorsun Zeynep? Neden süper marketten hazır almıyorsun?" Bazı insanlar böyledir işte; öyküsü yoktur. Öyküsü olmayan insanların telaşı da yoktur. İnsan salt bir telaştan yaratılmıştır. Hayır, hayır! Bu tarihte herhangi bir filozofun sözü değil, şahsen bana ait. Ben, yani şu hayatta yazacak bir hikayesi olmayan, kendisine inanacak bir  tanrı seçememiş ve yaşadığı kosmos'da aşık olacak tek kadın bulamamış olan ben.

Bize yıllarca vergi kaçıranların, çalıştırdığı işçinin emeğini sömürenlerin, faiz yiyenlerin nasıl başardıklarını anlattılar; nasıl kazandıklarının hikayelerini okuttular hep. Halbuki "kaybetmek" varoluşun koşuludur. Düştüğü boşluğa "suskunluk" ismini koyan birine "kazanmak" kavramı fazla bir şey ifade etmez. Elinde dünya haritasıyla dönmemek üzere gidecek yer arayan birinin hele bir şeyleri başarmak sikinde bile olmaz. Bu çağ, korkuların ve alışkanlıkların toplamıdır. Günlüğüne "bu sabah da baktığım aynada kendimi göremedim" diye yazan bir kadını, öyle gaz bambası atarak korkutamazsınız orospu çocukları! Beyaz polislerin annesini vurduğu bir zenciyi de asla kütüphaneye alıştıramazsınız. Laik Cemal ömrü boyunca hep kazandı mesela: pokerde, altılı ganyanda, borsada, girdiği sınıf başkanlığı seçimlerinde filan... Aşağı Alsancaklıydı Laik Cemal, mutlu bir geniş aile ve her dönem artan bir servet sahibiydi. Herhangi bir güne mutsuz mu başladı, örneğin: Basardı parayı valiye, bakkaldan sakız alır gibi alır, koyardı cebine. Ta ki 1997 yazının ilk günlerine kadar. Küresel ekonomik buhranda bütün servetini, annesini de kanser teşhisi konulduktan üç ay sonra kaybetti, iki ay sonra babası kalp krizinden göçtü, Laik Cemal eşini de balkondayken, düğün kortejinden havaya açılan bir maganda kurşunu yüzünden yitirdi, tek çocuğu vardı onu da organ mafyası kaçırdı, emniyet yetkilileri halen iz sürüyor ama daha bir haber yok. Bütün bu katliamlardan iki yıl sonra Laik Cemal'in de içinde bulunduğu dolmuşa hemzemin geçitten geçerken tren çarptı; üç ölü, ikisi ağır olmak üzere en az beş yaralı. Ölülerden biri bizim Cemal. Sofokles gel de trajedi nasıl yazılır, gör! Bir insanın hayatı nasıl sikilir oku, amına koyayım! Birisi bana şarap getirsin yoksa yakarım bu kerhaneyi.

Eğitim müfredatına birinci sınıftan başlamak üzere, üniversite son sınıfa kadar "Bu çağda nasıl kaybedilir?" diye zorunlu ders konulsun, sigara paketlerinin üstüne "kaybetmek erdemdir" diye yazın, KTP (Kaybedenlerin Türkiye Partisi) diye de parti kurun, oy verelim. İktidar yolumuz açık. Hiç değilse bürokrasi içindeki yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlığın önüne geçmiş oluruz. Bu hayatta kaybetmekten başka gideri olmayanlar, çalmaz. Meyhane açar, rüzgarlara muhalif olur, güzel kadınları düşünerek otuz bir çeker ama asla çalmaz, vicdanları el vermez çünkü.

1 Mart 2017 Çarşamba

Özkan Günaydın / Rica Ederim, Tabii ki Giderim

Allahsız Zehra insanları çok severdi
Bir keresinde baldırında cigara bile sarmıştı bana
Ben şimdi Lizbon’da bir zenci mahallesindeyim
Onun nerede olduğunu kimse bilmiyor.

Şairim lan ben! Valla bak
Babama sorun isterseniz.

Madem çok mühim bu hayat bizim için
Madem mutlaka kazanmamız gerek içine düştüğümüz bu savaşı
Yaşamak için öldürmemiz zaruri madem
Yaralı belediye otobüsleri, Trablusgarp harbi, banka kredileri
Tanrım! 
Lütfen beni al bu oyundan.

Ben ne sizdenim, ne onlardan
Ben, çocukları doysun diye sofraya en son oturan ve o sofradan ilk kalkan yoksul annelerden yanayım
Ben, havada kalmak için dakikada yüzlerce kez kanat çırpan serçelerden,
Ben, mülkiyeti reddeden, toprağı işlemeyen Aborjinlerden yanayım.

Çok yalnızım lan!
Koca sınıfta matematik sınavında tek zayıf not almış 4/C’li Berkecan kadar,
Gece gökyüzünde tek başına sallanan dolunay kadar,
Kontra atak yemiş takımın defan oyuncusu kadar hem de.

Bir hırkam var alın sizin olsun.
İsa inecekti gökten, ona sözüm vardı.
Ama olsun alın, sizin olsun lütfen.

Alçak Sezar! Sıkıyorsa şimdi çık lan karşıma.
Annemin ördüğü patikleri giydim de geldim
Korkmuyorum Kartaca'yı halt eden ordundan.
Amen

Bitti