20 Ocak 2017 Cuma

Mesela; Şiirce'de elinde "Bir Demek Çiçekle" Gezmek, "Ankarayı Çok Özledim" Manası Taşır.

Sao Paulo sokaklarındaki üç beş yalnız,
Bizim sınıfın hiçbir zaman dersleri dinleyemeyen üç beş yalnıza
“Gelin birlikte bir hatıra fotoğrafı çekilelim” demiş.
O kadar yalnızdık işte
Böyle başlıyordu şiir.
Ve hatırlaya hatırlaya unutuyorum seni.
Yaşlı Anadolu’nun bir kasabasında havalanan başka güvercinin 
İlk konacağı yerdir, benim dağınıklığım.
Dağınıklık, bir şeylere yetişememenin akrabasıdır bende
Başkasının mavisinde ne arıyorsun?
Kanatlarını açacak başka gökyüzü yok omuzlarımda.

Ellerim uygundur diye ellerine
Alnından öptüm ilk önce 
İndim aşağıya burnundan öptüm
Üşenmedim hiç dudaklarından öptüm sonra
Üç kilometre yürüdüm boynu boyunca
Gördüm, Bir Cumhuriyet altını gibi beyazdı memeleri.

Nasılsa ben hiçbir zaman başaramadım bir şeyleri
Nasılsa sen hep geç kalıyordun okul çıkışlarındaki buluşmalara
Üzülme, bu çorak kavuşamamalarımız ne de olsa ikimizin.
Sana upuzun akşamlar getirdim.
Atilla İlhan’ın “An Gelir” şiirinden başka gidecek yerimiz mi var
İster gam de, ister çaresizliğim
Durup durup, bir çirkin kadını,
Sustuğu yerlerinden öpmek geçiyor içimden.
Sen de susar mısın?

Bugün bir kuşu kafesinden alıp,
Yaşlı Anadolu’ya yüzen herhangi bir trene bindirdim.
İlk giden kimse, her zaman en son o unutur
Hırsız politikacıların suçu yok bunda
Toplum polislerinin suçu var
Çat, çat, çat, çat, çat...
Tanrıların da suçu yok.
Küfürbaz sabahlardan geliyormuşum
Bilmiyorum başkalarının bildiği her şeyleri
Ve bizden başka acısı da yok bu şehrin
Dur gitme! Ne olur söyle bana
Sen gelmiş misin?

17 Ocak 2017 Salı

Felsefik Sayıklamalar, Birkaç Ton Aforizma ve Rubai Denemeleri (VI)

Bir kapkaççı eğer karnını doyurmak için mesleğini icra ediyorsa helaldir, yok işi ticarete dökmüş ise bu haramdır.

Ne demek lan Leylayı vurdular.! 
Leylayı zaten vurmamışlar mıydı?

Herhangi bir kadının bir burnu, iki gözü ve kulağı, gösterişsiz memeleri ve köprücük kemiği varsa helaldir, alın evlenin onunla. 
Ama yok saçları dalga dalga, selvi boylu, al yanaklı, üstelik dünyalar güzeli ise işte bu haramdır.

Devlet bir kişiyi dahi öldürse katildir. 
İki kişiyi öldürüyorsa da katildir. 
Üç, dört, beş hiç fark etmez; 
Devletler hep katildir zaten.

-Kimmiş gelen?
+Alacaklılar bey?
-Yok deseydin evde. Ölmeye gitti gelmeyecekmiş bir daha bu taraflara, haklarını helal etselermiş.
+Dediydim ama inanmamışlardır kesin.
-Şu şiir kitabı bi tutsun. Seni saraylarda yaşatacağım hanım. Elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyeceğim. Beşi bir yerde asacağım boynuna, söz. İşsiz bir şair sözü hem de. 

Osmanlı İmparatorluğunda tebaaykende çok yalnızdım,
Cumhuriyet kuruldu, vatandaş statüsüne geçtim yine çok yalnızım lan. 
Olayın yönetim şekliyle bir alakası yokmuş. 
Ana dilim gibi bir şey şu yalnızlık, onu anladım.

Paranoid Şizofreniyim ben; sana seviyorum, öp bana.

Bir insan bir şişe şaraptan sonra sevdiğini
İki şişe şaraptan sonra geçmişini
Üç şişe şaraptan sonra vergi borcunu
Dört şişe şaraptan sonra da mevlasını hatırlarmış. 

Cihadına iman olmak istiyorum
Ayetler, masallar, Allahu ekber nidaları böyle
Burası kasıyor, numaranı yaz istersen
Whatsapp’tan devam edelim güzelim.

14 Ocak 2017 Cumartesi

Özkan Günaydın / Psikologlar En Büyük Ruh Hastalarıdır.

Ben ‘Seni Sevmiyorum’ diyebilirsin ama 
Bir nesneyi, bir olguyu, bir canlıyı sevmeden asla yaşayamazsın Şebnem.
Ayrıca bu akşam oturup birlikte Allah’a inanmamız gereken bir konu var.
Telefon numaramı yazıyorum; 0(53Leyla) 64Aslı 5Şirin 1Sabiha
Geleceksen bir sefer çaldır
Yok benim senin gibi zibidilerle işim olmaz diyorsan,
Whatsapp’ta durum güncellenmeni ‘Katil Devlet’ olarak değiştir, ben anlarım.

Şebnem, Kamboçya’nın Dünya'da süper bir güc olması ,
Mars’ta suyun bulunması,
Orta doğu’da haşmetin, cebirin, zulmün ve baskının yok olması,
Bolivya’da bir kahve üreticisinin Starbucks’ta doya doya kahve içmesi,
Senin beni, bir sevmene bakar.

Şebnem! Bütün diktatörler de olduğu gibi, Führer’de de ‘Ölçek hastalığı’ varmış. Her şeyin en büyüğünü, en yücesini, en kudretlisini istiyormuş. Bizim aşkımızı düşünüyorum da; ben en çok seninle vakit geçirmek istiyorum, en çok seni sevmek, en çok seni görmek, en çok seninle konuşmak, en çok senin bana soyunmanı istiyorum. Yoksa ben de bir faşist miyim Şebnem?

Şebnem diyelim ; A noktasından V1 hızıyla, B noktasından V2 hızıyla iki araç birbirine doğru hareket etsin ve C noktasında ‘T’ kadar süre sonra Karşılaşsınlar. A'dan kalkan araç (BC) yolunu x sürede, B'den kalkan araç (AC) yolunu y sürede alsın. 
Peki o zaman sever misin beni, bu hususla ilgili herhangi bir ihtimal var mı?
Sev işte lan beni, ne olacak sanki.

Senin varlığın o kadar yok ki Şebnem! 
Bir felsefe alt dalı olan Ontoloji (Varlık Felsefesi) 2600 yıldır, yerinde sayıp duruyor öylece.
Şebnem , yan masal komşum
Psikologlar en büyük ruh hastalarıdır.
Canlılar, Biyolojiye göre 4’e, bana göre ise 5’e ayrılır Şebnem.
1.mikroskobik canlılar 2.insanlar 3.hayvanlar 4.bitkiler 5. Seni sevenler.’ Diye

Çok saçmaladım bağışla
Seni Seviyorum.

13 Ocak 2017 Cuma

Seninkisi Kozmik Bir Yara

Ne güzel
Hep iç içe
Gece, balyoz, yükü karpuz olan kamyonlar.
Bu gidişle dünyanın altına bir dinamit koyacağım
Ve dahi iki rekat namaz.
Ellerimi omzuna el olarak atmak istiyorum
Sen beni sevme, 0.7 ucun biter sonra
Şiir her koşulda ikiden büyüktür.
Biz gecenin bir vakti çırılçıplak üşürken böyle
Unutmayı başarmış olanlar ne yapıyordur kim bilir şimdi
Mutlular mıdır acaba? Telefonları çalıyor mudur?

Yahudi birkaç hırsızla oturup
Epistemolojinin, uzun mevzili tank atışlarından,
Alt ve üst gruplar arasındaki adaletsiz gelir dağılımı üzerine 
Bir teoloji boyu kelam etmek istiyorum.
Politikacılar ve toplum polisleri giremez.
Orospulara! Her şey dahil, her şey bedava içeride
Peynir, zeytin, ekmek, hava, kahkaha.
Biraz önce içler ve dışlar çarpımı yaptım
Seni seviyormuşum.

Hangi kadının ismine şiir yazılmadıysa
Hepsinden tek tek özür dilesin şairler.
Belki de hiç “çok güzelsin” diyeni olmadığı için
Sınıfın en çirkin kızıydı dişlek Ayşe.
İçimde dizginlerini koparmış bir at ötüyor.
Allah'ım sevgilimin kaburga kemiğinde koşan trenleri al artık ordan.
Bırakın herkesin bir gecesi
Ve o gecenin içinde de bir yalnızlığı olsun.
Ve sahneden kovdular beni
Bana Arapça “Dişlerini öpmek geçti içimden” nasıl yazılır öğretmeni istiyorum.

Kapitalist toplumdan, sosyalist topluma atlarken
Aniden ayağım takılıp, yirmi üçüncü cumhuriyet balosunun ortasına düşürüyorum.
Hani hepimiz ademoğlundan gelmeydik
Hani hepimiz eşittik?
Öyleyse neden evinin pencereleri küçük?
Neden bu köhne Lizbon limanından bakınca
Sarıyer’deki evinden seni göremiyorum?
Şayet ölürsem bir gün
Ve dahi iki rekat namaz
Cenazemi abdestsiz kuşlar sırtlasın Şebnem
Çünkü ölüyorum her gece büyük bir hoşuyla tek tek gözlerinin içine.

10 Ocak 2017 Salı

Yalnızca Allah, Bir Şebnem, Ben Ve Katil Kaplumbağa

Şebnem, sırtını yana dönmüş, memeleri çarşafın dışına sarkmış, bacaklarını karnına çekmiş bir biçimde, yatakta çırılçıplak yatıyordu. Oda çok sesiz. Durdum. Duvarlardaki kirlere baktım ilk önce. Şebnem, nefes alıyor gibiydi. Ölmüş olamazdı, zira sigara müptelaları gibi öksürmesi çok abes olurdu.
Bren şatosu, Kont Dracula. Şebnem, sanırım Fatih Sultan Mehmed de bu işin içinde.

Şebnem! Şebnem, dedim…
Lanet olsun, odadaki sessizliği bozmayı yine başaramamıştım. Şebnem, öyle güzel uyuyordu ki böyle güzel uyumak ancak çirkin bir kadına yakışırdı. Ama Şebnem çok güzeldi. Elini öpmek için eğildim, kahretsin, ya uyanırsa? Ne yapacağımı, ne söyleceğimi bilmiyordum. “Seni Seviyorum” desem? Olmaz, çok sıradan bir söz. Ebola virüsü ülkeye girdi, derim o vakit, önlem alalım, bu daha bi anlam ifade eder, evet!
Şebnem kalk asfalttan trenler geçiyor.

Şebnem, kalk, dedim.
Sanırım, Roma tarihinde eceliyle ölen bir imparator ismi buldum. Seninle paylaşmam lazım bu bilgiyi. Şebnem uyuyordu. Küçücük oval bir burnu vardı ve o an açık olan televizyonda kısa mavi zürafa, meğer on beş taneymiş. Yanan lastiklerin çıkarttığı siyahlık çökmüştü galiba Şebnem’in saçlarına, o kadar siyahtı.
Şebnem kalk dedim! Sanırım annem babamı aldatıyor. Çaresizim. Kalk elimi ütüle, Perdeler bozulur, buzdolabına koy. Yemek masasını yere serelim birlikte, orada boş duruyor öylece.

Şebnem, dedim.
Kalk bir devlet kuralım. Sınırlarını ben çizerim, ismini sen koy, bayrağını referandumla belirleriz. Çoğunluk olup azınlığa hükmedelim. Anayasasını kahve içerken yazarız, bir maddesine de “ıslık çalmak yasak!” deriz. Sonra başlarız azınlıkları öldürmeye. Bununla yetinmez, bol yasaklar iliştiririz kanun hükmünde kararnamelerle. Torba yasa işine girmeyelim hiç. Düşman edinmekte kolay, o işi bana bırak. Demokrasi tam bu işe uygun.
Şebnem, kalk kendin gör fillerin uçtuğunu.

Şebnem, dedim. Şebnem kalk!
Ben seni, çok küçük sevdim,
Üç deniz mili kadar küçük…
Ben seni, akşam rahat yatmak için çıkarttığın sütyene bakarken de sevdim,
Bakkaldan ekmek alırken de…
Şebnem;
Ben seni, III. Richard tahta oturmak için her türlü kötülüğü yaparken de sevdim,
Abdülhamit tahttan düşerken de.

Şebnem hadi kal çay hazır.

Özkan Günaydın / Şizofren Tıngırtılar – Kolera Cumhuriyeti

İlk Emir

Radiyallahu anh!
Hira'nın orta yerinden bildiriyorum.
İsa ve mağaraların suskunluğudur hep buralar.
Bir Plaza'nın ana giriş kapısı önünde yanlış açmış,
Yaşlı bir çiçeğin hikayesi bu
Dün seni üç milyon kere öptüm.
Üç milyon bir kere olsun diye
Ekmek kuyruğuna girdim şimdi.

İlk emir; ontolojiyi inkâr et!
Sevgilimin sol memesi üstünden bildiriyorum
İmkânı olan delirsin
Ve toplu taşıma araçlarını tercih eden Müezzinleri seviniz.

Herkes en yakın karakola kendini intihar etsin.
Karanlık bir kuyunun içinden sesleniyorum
Yusuf'u çıkartın burdan
Bu yalnızlık benim.

Allahu ekber!
Annemin dizlerinin dibinden bildiriyorum
Genel seçimlerde oyunu kullanan terk etsin ülkeyi.

Sıkıldıysan Başbakan vuralım sevgilim.

Özkan Günaydın #koleracumhuriyeti #şizofrentıngırtılar

Özkan Günaydın (Röportaj) / Bölge Değişim (Gazeteci: Tülay Yıldırım Ede)

Genç yazarlardan sevgili Özkan Günaydın ile güzel, tadına doyulmaz bir söyleşi yaptık. Kendisinden, çizgisinden, kitaplarından, projelerinden bahsettik. Farklı üslubu ve hayata yaklaşımı ile yazdıklarını okunur kılan bir yazardır Günaydın. Karışık bir dil kullanıyormuş gibi gözükse de, aslında zihinlere yer eden ve insanın kendinden bir parça, özellikle ezilenlerden damlalar bulacağı yazıları mevcuttur. Söyleşimiz ile sizleri baş başa bırakıyorum…

-Klişe bir soruyla başlayalım. Ki bu soru klişe gibi gözükse de, okuyucuların sizi tanıması anlamında önemlidir. Özkan Günaydın kimdir?
–Erzincanlıyım. Felsefe bölümü mezunuyum. Bir yandan da KPSS’ye hazırlanıyorum. Ne kadar devlet yanlısı olmayan aykırı bir tarafım olsa da, eğitimcilik bazında bir şeyler yapmak istiyorum.

-Peki, yazarlığa nasıl adım attınız? Yazarlık yönünüz hep mi vardı yoksa sonradan mı başladı?
-Çok ilginçtir. 2004 yılında babamın sigarayı bırakmasıyla birlikte başladı benim kalem kağıtla haşır neşir olmam. Babamla birlikte inşaatlara çalışmaya giderdik ve babam sürekli sigara içerdi. Çok severdi sigara içmeyi. İkili gibi olmuşlardı adeta. Ancak sağlık sorunlarından dolayı bırakmak zorunda kalmıştı ve ben de oturup bunun üzerine bir şiir yazdım. Birkaç arkadaşıma gösterdim. Onlar fazlasıyla beğendiler. Beğenmeleri üzerine gaza gelmiş olmalıyım ki, “durun bir tane daha yazacağım” dedim. O zamanlar sevdiğim bir kız vardı. Sarışın mavi gözlü, çok güzel bir kızdı. 3 sene peşinden koşmuştum. Onun için yazdım ve arkadaşlar aşırı beğendiler. Sonra onun için, bunun için yazayım derken, bir de hükümeti devirmek için yazayım dedim. Sonrasında ise ilk kitap çıktı. “Yoksulluğun Ve Baharın 25. Sokağı” adlı kitap ama tutmadı. İlk kitap tutmamış olsa da, ben yine de yazmaya devam ettim. İkinci olarak da “Kolera Cumhuriyeti” çıktı.

-Kolera Cumhuriyeti’nden bahsedelim. Ben sizi ilk facebook’ta “Şizofren Tıngırtılar” sayfasından takip etmeye başladım. Kitaplarınızla da o vesileyle tanıştım. Kullanılan üslup, yaklaşım çok hoşuma gitmişti. En çok dikkatimi çekenlerden biri, yazılarınızda sıkça “raduyallahu anh” takısını kullanmanız. Nedir bunun hikâyesi?
-Bu takıyı sözlerimi tasdikleme anlamında kullandım. Bunun dini bir boyutu da var. Bu takı peygamberimizi tasdikler anlamda kullanılırdı. Ben de yazılarıma bununla manevi bir boyut katmak istedim.  Tamamen şiire odaklı ve şiir güçlensin diye kullanılmış bir şey benim için.

-Neden Kolera Cumhuriyeti? Kitaba baktığımızda sanki böyle bir cumhuriyet var. Hatta kendine özgü kuralları da mevcut. Nerden esinlendiniz buna dair?
-Metin Kaçan’dır bu konuda ilham kaynağım. Kendi yaşamı, sansasyonel yaşamı ve “Ağır Roman’da kullandığı “Kolera” esinlenmeme vesile olmuştur. Metin Kaçan kolera olarak kullanmıştı. Ben de bir adım öne geçerek “Kolera Cumhuriyeti” olarak kullandım. Dilerim benden sonra da bunu ileri adımlara götürenler olur. Metin Kaçan intihar etti ve yaşamını yitirdi. Onun bıraktığı bayrağı ben devraldım. Benden sonra da başkaları devralacaktır zamanı gelince. Bu öyle bir cumhuriyettir ki, her pisliği, esrarkeşi, fahişeyi, beyaz yakalılar dediğimiz düzgün bir işi, evi, arabası olan insanları, eşcinselleri, küfreden polisleri, valiyi, kaymakamı ve fazlasını barındırır içinde. Özellikle ezilenlerin, ötelenenlerin var olduğu ve hüküm sürdüğü bir cumhuriyettir.

-Kolera Cumhuriyeti’nin felsefesi nedir?
-Hiç. Ancak bu bildiğimiz klişe manada bir hiçlik değil. Aksine kaotik, anarşik bir hiçlik.

-Kitapta ve yazılarınızda sıkça bahsi geçen bir isim var. Şebnem. Gerçekten öyle bir karakter var mı, yoksa hayali bir karakter mi?
-Kitabı okumayan insanlar bile Şebnem’i soruyorlar bana. Elbette öyle bir karakter aslen yok. Burada da Murat Menteş ilham olmuştur bana. 31 yaşına kadar sevilmedik ya, kendimize bir Şebnem yarattık (ki o da hiçlikten gelmektedir) ve Şebnem’e hitaben yazıp çizdik. Konu her ne olursa olsun, ister yazı ister şiir olsun, Şebnem de orada oluyor mutlaka. Beni tasdikliyor da bir yandan. Ne kadar hayali olsa da.

-Kolera Cumhuriyeti’nin çok farklı bir dili var. Küfürler kullanılmış. Anarşist bir üsluba sahip. Ziyadesiyle aykırı ama birçok farklı kesimden ilgi görüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
-Edebiyat, şiir dünyası artık tıkanmış durumda. Cemal Süreya, Turgut Uyar vs geçmişte kalsa da, yenileri fazla olmadığı için insanlar tekrar tekrar onları okumak durumunda kalıyorlar. Herkes sıkıldı aslında bundan ve farklı kişileri, farklı üslupları okumak istiyorlar.  Benim yazdıklarım Postmodern değil. Daha farklı bir şey ve insanların dikkatini çekiyor bu dil, yazılanlar.  Biraz da artık farklı kişileri okuma isteğinden olsa gerek, farklı kesimlerden, çizgilerden kişiler okuyor yazılarımı ve beğeniyorlar. Kaotik anarşist bir yaklaşım, dil ilgi görüyor birçokları tarafından.

-Özkan Günaydın’ın hayalleri, beklentisi nedir?
-Fazla bir hayalim yok. Bir şeyim olsun da istemiyorum. Bir film senaryom var. Onu çekmek istiyorum. Artı, yakında çıkacak olan bir romanım var. Şimdilik bundan öte bir hayalim yok.

Kitapta şöyle bir paragraf çarptı gözüme: “Kolera ahalisi milli gelirden payına düşen parayı dolar değil de çift çarşafa sarılmış üç fişek esrar almak istediği başkente yolladıkları dilekçeye cevap alamadıkları için genel ve mahalli seçimlerde bu olayı protesto etmek için seçim sandıklarına yetişkin kadınlar doğum kontrol haplarını, yetişkin erkekler ise çiçekli prezervatiflerini atarlar.”
Bu pasif bir eylem. Devlete karşı gösterilen taşlı, molotoflu, bombalı eylemden ziyade bu şekilde pasif bir eylem. Burada devletin seçilmişlerine gönderme vardır aslen. Gandi’nin tuz eylemi vardır mesela. Basit bir eylem gibi gözükse de, önemli bir eylemdir ve bağımsızlığı kazanma yönünde katkısı olmuştur. Kolera ahalisi de buradan esinlenmiştir. Pasif ama getirisi olabilecek bir eylemdir anlatılan.

-Peki, Özkan Günaydın’ın siyasete bakışı, devlet algısı nasıldır?
-Genel olarak devlet karşıtıyım. Bu sadece bir partiye karşı olma düşüncesi değil. Totali kapsayan bir düşünce. Hani derler ya beş parmağın beşi bir değildir diye, bana göre bütün politikacılar hırsızdır, menfaatçidir. Halktan yana değildir. Halkı kendi kalıbı çerçevesinde, menfaatleri doğrultusunda yönetir. Ben de her zaman bunun karşısında yer aldım, alacağım.

-Kitaplarınızda ki dili anarşist bir dil ve anarşist bir görüş olarak mı tanımlamalıyız?
-Tam olarak anarşist değil. Evet, anarşizm var ama açıkçası kendimi bir görüşle sınırlamak ya da tanımlamak istemiyorum. Şu veya bu şekilde değil, özgürce, bir kalıba sıkıştırılmadan konuşmak, yaşamaktır benimkisi. Ezilenlerin yanında yer alan her kesimden bir parça bulunur içimde.

-Yazılarınızda genel olarak burjuva kesimine göndermeler var ve ezilenden yana alınmış bir tavır. Buradan da çizginizi görmek mümkün sanırım.
-Yazılarım ezilenlerden, ötekilerden yanadır her daim. Kolera Cumhuriyeti ne kadar herkesi kapsasa da, aslen ötekilerin hakim olduğu ve reel hattan bağımsız, reel yasalara aykırı yasalar barındırır. Orada ezilenlerin sözü geçer. Burjuva takımının değil. Elbette bu da duruşumun bir göstergesi. Sosyalist yönüm olsa da, asla sosyalist olmayanları öteleme ya da onların verdiği mücadeleyi hiçe sayma gibi bir durumum yok. Muhafazakâr kesimden, liberallerden vs daha birçok kesimden hakkıyla mücadele eden insanlar var. Onları yok saymak, mücadelelerini hiçe saymak demektir.

-Türkiye’de bariz olarak ezenler ve ezilenler sınıfı varlığını sürdürüyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Artık ülkemizde ayrışma ayyuka çıkmış durumda ve insanların birbirine olan düşmanlığı arttı. Neler düşünüyorsunuz bu konuda?
-Ezilenlerden bahsedeceksek, önce Kürt halkından bahsetmeliyiz bana göre. Ben Kürt değilim, ancak Kürtlerin bağımsız olmasından yanayım. Bağımsızlıkları için gerekirse ölmesini bilen bir halkın mücadelesi var ortada. Yılların verdiği zulüm var Kürt halkı üzerinde ve gün gelecek bu mücadelelerinin karşılığını göreceklerdir diye düşünüyorum ve tarih kitapları yazacak mücadelelerini, zaferlerini. Tıpkı Kürtler gibi, tüm ezilenlerin bir gün zafer kazanacağı kanısındayım. Tarih kitaplarında ezilenlerin mağlup olduğunu göremezsiniz. Mağlup gibi gözükseler de, ölseler de, zulüm görseler de, insanlık zalimlerden ziyade zulüm görenleri hatırlar ve bu onlara ilham kaynağı olur. Mücadele edenler gelecek çağları etkiler her zaman. Tarih onları mağlup gibi gösterse de, bu bir zaferdir aslında. Düşünün ki Sokrates’i rivayete göre 500’e yakın hakim yargılamıştır ve hakkında idam kararı verilmiştir. Peki, o hakimlerden birinin ismini hatırlayan var mı? Elbette yok. Tek hatırlanan Sokrates, insanlığa kattıkları ve mücadelesi olmuştur. Pir sultanı yargılayan 4 kadının ismini hatırlayan var mı? Galile’yi yargılayan 7 katedralden birinin ismini hatırlayan var mı? Elbette yok.

-Biraz senaryonuzdan bahsedelim isterseniz.
-Elbette. Senaryo felsefeye dayalı bir içeriğe sahip. Her şey bölüm bölüm. Teolojiyi, ontolojiyi, epistomolojiyi vs  anlatan bir hikaye. Hikâyemiz Hakkâri’de başlıyor. Van, Diyarbakır, Kayseri, Adana, Antalya, Afyon, Eskişehir (Eskişehir’de Şebnem var) diye devam ediyor ve sonra İstanbul’da noktalanıyor. Ötekilerden bahseden ve sorgulayan bir dil hakim. Örneğin Halil öğretmen Kayseri’den Adana’ya giderken Nazilli kerhanesinde çalışan bir kadınla yolculuk boyunca ahlak felsefesi hakkında konuşuyorlar. Hikaye, felsefe  disipliniyle toplumsal yaralara değinen bir içeriğe sahip.

-Son olarak neler söylemek istersiniz söyleşimizin sonunda?
-Ülke olarak edebiyata, edebi yapıtlara, felsefeye yeterince duyarlı değiliz. Şuan gençlerde bir uyanış var elbette bu konuda. Dilerim uyanış artar ve toplumsal mücadele kalemle galip gelir. İnsanlara yaraların anlatılması ve bu yaraların ortadan kaldırılması yönünde topyekün hareket edilmesi gerek. Bir gün mutlaka ezilenlerin galip geleceğini düşünüyorum. Ezilenlerin zaferini görmemizi diliyorum.
Güzel sohbeti ve düşünceleri için sevgili Özkan Günaydın’a teşekkürlerimizle…

Eva’ya Mektuplar VI

Selam aleyküm. Nasılsın Eva? Beni soracak olursan yalnızım, bir de İsrail. Biraz uzaklaşmaya karar verdim kendimden son günlerde. Dört yıl önce başladığım şiiri de bitiremedim henüz. Geçenlerde Mars’ta da su bulduk. İçmedim ama, içmeyeceğim de. Çünkü kafamın içindeki diyalektik kuşkuculuk ölmedi daha. MİT için çalışan birkaç esnaf dışında her şey güzel diye bilirim hayatımda. Burada her şey değişti Eva. Değişimin kendisi bile
Anketler bu seçimde merkez sağ diyor. Durum o kadar kötü mü orada?

Sevgili Eva. İki kere iki dört ediyorsa bu senin güzelliğinin yüzü suyu hürmeti üstünedir bilmelisin. Dünya edebiyatı aşkın tanımını yapamadı henüz. Çok şefkatli ve iyi kalpli kadınlarla tanışıyorum buralarda, Allah'a şükür hepsi de çirkin. Güzel bedenlerde sonsuz sevgiyi arayanların birliktelikleri çok kısa sürüyor nedense. 
Annenler nasıl? Karşı apartmandaki çocuk halen aşık mı sana

Düşünsene Eva? Fransız ihtilali, sanayi devrimi, Mavi Mira çeteleri, Cumhuriyet Halk Fıkrası, Vadeli piyasa ekonomisi, Merkez medya, Berlin’in düşmesi, İMF fonları, Başkan Kennedy’in vurulması, Hippiler, Doğu Blok’un dağılması, Kentsel dönüşüm bunların hepsi bizim çabuk ölmemiz için. Üzgünüm ama galiba yanlış ölüyoruz. Sana en son yazdığım şehirdeyim hala. Hani Siyasi haritaların en sağında kalan. 
“Yaşasın İktidar partisi. Yaşasın yeşil sermaye ve muhafazakar demokrasi.” Günde beş vakit böyle bağırıyorum artık. Lütfen bağışla. KPSS’den 72 puan aldım da memur olurum belki.

İşte böyle ölüyorum her saat başı Eva. Devlet bankalarının umurunda bile değilim, biliyorum. YSK’ya olan borcumu da ödedim bu arada. Ece Ayhan okuyorum son günlerde, içimdeki çarmıha gerilmiş İsa’dan kurtulmam an meselesi. Son sınavda kavimler göçünü sordu öğretmenimiz. Kısa Samsun içiyorum artık, hem ucuz hem de babamın içtiği sigara, geçmişimi hatırlatıyor bana. 
Balkonlarına konan kuşlar nasıl? Küfür ediyorlar mı hala bana? Acil cevap

Sevgili Eva.
Göz göze geldik önce seninle
Sonra burun buruna
Daha sonra diş dişe
Tanrı ulu’dur, bütün devletler katil
Sana gene yazacağım, çünkü okul bahçelerindeki bayrak direkleri kadar yalnızım.
Hayallerime kahve içmeye de gel olur mu?
Şimdilik hoşça kal.

Özkan Günaydın ‪#koleracumhuriyeti ‪#şizofrenTıngırtılar

Büyük İhtilal

Büyük Yalnızlık;
Adı mavi olan hiçbir kuş tanıdığım yok

Büyük Acı:
Su akıyor
Ama değirmende tık yok

Büyük Şiir:
Şair ibneymiş

Büyük Aşk:
Şebnem’in evinin sokağında
Tekmelenmiş tenha bir semt köpeğiyim

Büyük Ayrılık:
En güzel trenlere hep sen binersin

Büyük Soru:
Annene söylemeden büyüyen saçların nasıl?

Büyük Tiyatro:
Bu son perde!
Başbakan vurulmalı artık

Büyük Hüzün:
Masamda ki; iki çay bardağı da sıcak daha
Ne zaman gelmeyeceksin bir daha asla
Büyük Felsefe:
Hiç bir varlıktır.
Ve Socrates bir filozof değildir

Büyük Öykü:
Kendimden başka herkese çiçek açıyorum

Büyük Tanrı:
Kendimden başka hiç kimse seviyor beni

Büyük Son:
Amına koyayım yine çok yalnızım.

Özkan Günaydın #koleracumhuriyeti#şizofrentıngırtılar

Radiyallahu anh!

Bir defasında annemin adını unutmuştum.

Kaldırdım ellerimi havaya,
Rahman olanın adıyla:
“Kûn Fe Yekûn” dersin en ücra köşede bir limon ağacı bitiverir.
Ver en beterinden belamı dedim,
İki vakte kadar…

(Bkz: İki dakika sonra.)

Merdivenlerden inerken Şebnem’le çarpıştım.
Şebnem, öteki kızlardan farklıydı.
On parmağı, iki kulağı ve gözü, bir burnu vardı.
Tekrar açtım rahmana ellerimi,
Rahman olanın adıyla:
Allah’ım bu kadar çabuk mu?

(Bkz: Bir sihirbazın çubuğuyla kahve karıştırmak.)

Bir otoyol dolusu gürültüyü alıp, oturdum sağır bir kadının yanına.
Aklına geldiğim zamanlarda sev beni Şebnem.
Böyle her saat, her dakika, her saniye…
Abartmaya gerek yok.

(Bkz: William Shakespeare bile öldü)

“Ayşe; İnce Mehmed’in yazarının, Yaşar Kemal olduğunu bilmiyor.” tümcesini ele alalım Şebnem.
Bu tümcenin parçası olan “İnce Mehmed’in yazarı” Yaşar Kemal’e gönderme yapar di mi?
Öyleyse doğrudur.
O halde bu terimi onunla eş gönderimli olan “Yaşar Kemal” adıyla değiştirelim.
Elde edeceğimiz tümce “Ayşe; Yaşar Kemal’in, Yaşar Kemal olduğunu bilmiyor” olur ki bariz yanlıştır.
Usçular, ampiristler, materyalistler, atomculuk temsilcileri hepsi aynı yolun yolcusu be Şebnem!
Gergedanlar uçuyor mu?
Dünya düz, bilgi sanıdır o zaman.

(Bkz: Kozmosun boşluğunda sigara yakamıyoruz.)

Belki senle ben bir “Aziz Abelardus ile Heloise Aşkı” etmeyiz ama çok güzel elma soyabiliriz Şebnem.
Ben seni sevebilirdim belki ama o dönemler ülkemizde demir yolları daha gelişmemişti.
Ama sen beni seversen,
Borsada bir spekülatör intihar eder,
Son yüzyılın en yüksek hava sıcaklığı görülür,
Belki şansımız yaver gider ihtilâl olur…
Aslında Muhittin Abi’den pek âlâ aşk adamı olurdu ama parası yoktu be Şebnem.

(Bkz: İngiliz şair Milton, şiirlerini yirmi beş bin kelime hazinesiyle yazıyormuş.)

Sen orada, pazardan iki kilo mandalina alıyorsun,
Ben burada, posta trenlerini soyuyorum Şebnem.
21. yy'da bilinen, okunan, yazılan 6.909 dil varmış Şebnem.
Sen söyle şimdi,
Hangi dilde "Seni seviyorum.” değil de “Hadi, koyda çay içelim.” diye sesleneyim sana?

Ben az biraz şizofrenim be Şebnem.
Siyah atımla gelsem olur mu sana?

(Bkz: Yanılmak da cesaret ister.)

Özkan Günaydın

On Dakika Önce Kaçırdığım Trene Cam Kenarı Bir Bilet Lütfen

Hiç durmadan gider şu duvarlar.
Dönmeyeceğim bu defa, bu son.
Bir mandalina alıyorum avucuma, bir kuş daha
Bir cellat geçiyor uykumun önünden,
Veremli şiirler, borçlu türküler.
Onunla her sabah aynı otobüste karşılaşmaya, tesadüf demiyorum artık.
Resmen acının üçüncü hali bu.
Gazete küpürlerinde iki alana bir bedava ünsüz insan cinayetleri
Sen çok güzeldin, saçlarında öyle bana
Bense hep denizlere düşerdim.

Bana öyle bakma ne olur.
Meslek lisesi çıkışlı taşeron bir işçi olarak geçiyorum gençliğimi.
Güzeller güzeli hapşırmanı nasıl anlatırım sonra
Okuyacağım kitaplar da çok pahalı üstelik.
Dönmeyeceğim bu defa, bu son.
İki paralık hayatıyla, beş liralık hayaller kurardı
İlk on sekiz yaşında traş olduğu jiletle kesmişti bileklerini
Geceleri nedensiz sebeplerle kalkar,
Karısının başörtüsünü koklardı dakikalarca
Bir sigara yakardı, peşine bir tane daha ve bir tane daha
Dumanları ciğerinin en tenha köşesine değecek bir şekilde çekerdi içine
Sonra yatakta çıplak bıraktığı karısının yanına döner, uykuya dalardı tekrar.
Yüzlerce şair, binlerce şiir, milyonlarca yıldır anlatmaya çalıştığımız şey buydu işte; Ah aşk.!

İçimde zapt edilemeyen bir Sırp komutan
Dönmeyeceğim bu defa, bu son.
Hükümete küfür ediyor kanserli aydınlar
Kuş cinayetleri, geceyi şiftahsız kapatan yerli orospular ve yanlış adres
Korkunç bir gürültüyle çıkıyor devriyeye mavi üniformalı sırtlanlar
Kim bilir kimi vuracaklar?
Artık kafamı dağıtmak için çıktığım akşamüstü dolaşmalarından dönmeyeceğim geriye
Şu kalabalıklar hiç dönüp bakmaz mı kendi yalnızlıklarına?
On dakika önce kaçırdığım trene bakıyorum saatlerce. Allah’ım neden ben.
Cinayet bu, varoşlar şurada işte.
Caroline’yı kim vurdu beyler!
Kim bu içimdeki sessizlikleri kuşatmaya çalışan
Ben sessizliklerden yanayım.

Özkan Günaydın  #Koleracumhuriyeti #Şizofrentıngırtılar